20 Ocak 2011

LİZBON

Yukarıdaki fotoğrafın, Haydarpaşa civarından Karadeniz'e doğru çekildiğini düşünüyorsanız fena halde yanılıyorsunuz. Zira bizden kilometrelerce uzakta ve Avrupa'nın neredeyse en batı ucundaki Lizbon'u ve 25 Nisan Köprüsü'nü görüyorsunuz. Benzerlik şaşırtıcı değil mi?
Eğitim amacıyla bir süre bulunduğum Portekiz, müthiş güzellikte olmasının yanı sıra, insanları da inanılmaz cana yakın ve yardımsever. Gezmek için girdiğim bir müzenin bekçisinin, yarım saatte bütün hayat hikayesini anlatması buna kanıt olur sanırım.
Ben aslında Porto'ya bir saat mesafedeki, Guimaraes isimli küçük bir kentte kaldım (ki aslında oldukça önemli bir kent, çünkü Portekiz'in ilk başkenti). Fakat çok yakında, Lizbon ile özdeşleşen "pastel de nata"dan (kremalı kek) bahsedeceğim için önce buradan başlamak istedim.
Ayrılmaz ikili: "Pastel de nata" ve sütlü kahve

Lizbon, Tejo/Tagus Nehri Atlantik Okyanusu'na dökülürken oluşan halicin kuzey kıyısında kurulmuş ve İstanbul gibi, zengin bir tarihe sahip. İlk olarak MÖ 8. yüzyılda Fenikeli koloniciler tarafından iskan edildiği düşünülüyor. Daha sonra Romalılar, ardından barbar kavimlerin istilaları derken, MS 8 yüzyılda tüm İber Yarımadası ile birlikte Arap hakimiyetine girmiş. 1147'de ise ilk Portekiz kralı I. Afonso tarafından, Haçlılar'ın da yardımıyla fethedilmiş (fakat 1256'da başkent olmuş).
Alfama Tepesi'ne ve kaleye bakış

Alfama Tepesi'ni gösteren çini pano

15. yüzyılda Portekiz'in denizlerdeki hakimiyetine bağlı olarak şehir de iyice zenginleşmiş; bu dönemde kentte birçok saray, kilise, manastır yapılmış. Ancak 1766'daki deprem sonrasında kentin neredeyse tamamı yeniden inşa edilmek zorunda kalınmış. Deprem öncesinden kalan yapılar üzerinde, depremin etkileri halen izlenebiliyor.
1766 Depremi'nde yıkılan Carmo Manastırı

20. yüzyılda şehir merkezi önemini kaybetmeye başlayınca birçok bina terk edilmiş. Yeni yeni restorasyon çalışmaları hız kazanmaya başlasa da henüz yeterince yaşayan olmadığı için, özellikle geceleri sokaklar oldukça ürkütücü olabiliyor. Yine de, inişli-çıkışlı, tramvaylı-asansörlü sokakların ve harap haldeki binaların müthiş bir cazibesi var.

Rengârenk evler ve kapılar

Şehir merkezinde pek çok anıt var. Sé Katedrali de en önemlilerinden biri. Yapının inşasına 1147'de başlansa da, tarih içinde çok kez onarımlar, eklemeler geçirerek günümüze ulaşmış. Katedralin arkasındaki alanda günümüzde de devam eden kazılarda, Arap yerleşimi ve hatta öncesine ait kalıntılara ulaşılmış.
Sé Katedrali

"Lizbon anlatılmaz, yaşanır" gibi basmakalıp bir cümle kurmak istemesem de, hislerimi daha güzel anlatacak kelimeler bulamıyorum ne yazık ki. Fakat son olarak, hayatımda karşılaştığım en acayip şeylerden biri olan, sokaktaki "küçük tuvalet yapılabilir" işaretini eklemek istedim.
Acil ihtiyaç kulübesi

Çok sıkıştıysanız, yeterince cesaretiniz de varsa, vücudunuzun sadece ilgili bölgesini (göğüs hizası ile diz hizası arası) örtecek kadar bir metal perde arkasına geçerek, ihtiyacınızı giderebilirsiniz. Daha çok erkeklere yönelik olduğunu söylememe gerek yoktur sanırım!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...